6 Mart 2012 Salı

düş'e kalan

söz uçtu,
     yazı düş'e kaldı...
          düş ben oldum,
               sen düşe kaldın...

boşaltalım bu şehri bir leyl vakti // düş'e kalalım...
...

sokaklar hain bir pusunun gece nöbetçisi, kıvrıldıkça fahişe yatakların kokusu kıvrım kıvrım... ne geldiğimi görür gözleriniz, ne de gözlerim bakar gözlerinize... vazgeçin; altı üstü yok bir adamım sizler için... artık bir silüet olabilirsiniz gölgesiz, yalnızlıklar benim olsun, siz-siz ve kim-se-siz... gece yldızlarını döküyor avuçlarıma, saçlarıma ve sakallarıma da düştüğü vâkidir yıllar önce... âh, nice yıldızlar kayar gökler duaya yırtılırken... kendini silüetvâri kalabalıklara teslim etmiş sarhoş ağızların esiri sokakları adımlarken, bir adını sayıklıyorum, bir de adına sen karışmış yalnızlığımı... âh sen-li yalnızlığım...

gece hain pusuda; sokaklar
böylesi kıvrım kıvrım...
ne geldiğimi görüyor insan-cık,
ne de ben görüyorum.
                  // silüet!
            // gölge
       // ne kadar yok!
// âh, yalnız(-lık)...

kanıyor bu şehir, fî tarihte saplanırken hançer yüreğine, öldüğünün değil, dirildiğinin resmiydi belki de... diyorum ki bu şehir, kan kaybından ölmekte... yaraları böylesine sarılmaya muhtaç, bir el uzatsan öylesine koşmaya muktedir... bu şehir ne kadar âsi ise, bir o kadar asitanedir... gözümün önünden kayıp giderken hüzün gözlerin, gözüme âsitâne bakmayan göz de senin... sokak sokak kaldırımlarını üzerime odaklamış, bir tek sözümü beklerken, nedendir ki sen, sözlerimi duymayan el gibisin.. âh, yabancısı mıyız bu hayatın, söyle! hicret ne kadar mümkündür diyâr ellere? hicr et!, duy, âh sâr...
 
kanayan bir yanı var bu şehrin / ya da,
kanatan yanları(-mısın), âh âsitâne:
gözüme bakmayan göz,
sözümü duymayan, el gibisin
                // yabancı!
          // hicret!
     // duy!
// âh, sarsan...
 
yaralıdır bu şehir, ben sanıyorum geceyi karanlıklarını üzerime bıraktığı her an, be an!... tîn'e andolsun ki, gece(-n) benim ve uykularını kaçıran düşbozumu, ben'im... bırak bir düşün daha bozulsun, artık rüyalarına teslim ederken uykularını, pencereni aç, gökyüzüne bak: gece benim, yıldız ben... şimdi sen, kaderin üstüne düşen beyaz bir leke gibisin, âh ne kadar gerçeksin ve eğer gelmezsen ne kadar yalân!... düş, üstüne yazılmış... yazı, düş'e yazılmış... yazı, su üstüne yazılmış... diyâr(-ın)a akarken, usul usul: sen bütün düşlerinden sıyrıl, bir kucak düş-e kal(-san) âh...
 
düş'e kaldı düşlerim,
karanlık üzerimde kara bir ağıt!
tîne yemin etmek, ne kolay âh!
uykularını kaçıran düş benim...
  
bir düş daha bozuldu usul usul.
karanlıklar ardından sıyrılıp geldi rûh.
ezel benim, ebed benim,
yıldız ben!...
               // sen, düş üstüme
        // yazı, su üstüne
// şiir, kâl üstüne...
 
ne kadar da düş'e kaldık; öyle ya,
ne kadar gerçeksek, o kadar düş'e kaldık...
bir yemin de benden olsun leyl aşkına;
âsitâne hüzün gözlerinin adı,
                                    // düşeyazılsın...
   


15aralık2005

mustafa nazif

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder